sanki bir daha ayak basmayacağı simsiyah topraklardaydı. bir rüyada olduğunu anlaması uzun sürmedi. genelde kalbinin atışlarından çıkan ezgiye kaptırırdı ve dinlerdi onu. fakat bu sefer ortaya yayılan ve balıkçının oltasıyla tuttuğu sesler onlar değildi. fazladan düşünmek yersizdi. güzel güneşli günler dedikleri yalanlardan uzaklaştıkça güzel parıltılı nesneler karşılıyordu ellerini. ama elleri bir okyanusun en taze güneşini bile tutamayacak kadar yorgun ve korkaktır. ellerdir insanı hatırlatan ve ellerdir ki o ellerdir ki insanın bir anlık çılgınlık zamanını kollayan. tertemiz saklı bir boyun arayan..
fazladan bir dakika bile düşünmedi. ellerini o sonsuz aydınlığa giden nesnelerin üzerine saldı. cehennem kadar sıcak, ışık hızında ulaştılar oraya. bakıp düşündü... acaba gözlerim de gidebilir mi bu sonsuz huzurun bahçesine acaba biraz daha çırpınsam olur mu? her dakikasorular geçiyordu kafasından. her dakika o yüklemi, fiili, öznesi belirsiz basitçe sorulmuş sorular geçiyordu gözlerinin aynası bilincinden. nasıl bu hale geldim. nasıl bu hale geldim sorusunu soran bütün o balyoz yemiş beyin düzlüğünden muzdarip insanlar gibi kalktı silkindi ve uçuşan toz zerrelerinin arasına girdi. kayboldu..
bütün hayatın bir rüya olması gerçeği dışında göğsünde gerçek bir fotokopiyi saklıyordu.
bilinçaltı zalımsın! :)