schopenhauer can sıkıntısı çeken insanları sevmezdi. onları bayağı bulur ve düşünceden yoksun olduklarını düşünürdü. bunu seçkinlik ve sıradanlık üzerine olan kitabında mümkün mertebe özetlemeye çalışmış, seçkinlerin asla sıkılmayacaklarını; düşünecek, hayal edecek ve olaylardan çıkarımlar yapacaklarını belirtmişti. bazen canım sıkıldığında aklıma schopenhauer ve kalın kaşlarıyla bakan siması geliyor. fakat schopenhauer döneminin, zor şartlarını tasavvur etmem mümkün olmasa bile tahmin yürütebilirim. o ise bu yüzyılın insanlarının ve hatta bu son on yıllık döneminin insanının içinde bulunduğu durumu hiçbir şekilde bilemeyecek. canınınızın sıkılması, içten içe hiç istemeseniz bile yabancılaşmanız ve sonu gelmeyen karamsar karanlık düşünceler artık görünmeyen bir organ gibi bu dönemde. insanın canının sıkılıyor olması belki birçoklarının gerçekten düşünsel ktivitelerinin hiç olmamasıyla, yalnız kalamamalarıyla alakalıdır. bu umrumda değil ancak içinde bulunulan diğer türlü can sıkıntısı tamamen düşünmekten bile sıkılmayla alakalı.
peki ya ne yapılabilir? bir şekilde bunu atlatmaya çalışmak da olasıdır pek tabi. zaten bunu yapabilecek kapasitenin varlığı insanın içinde büyür ve onu birtakım çıkmazlara bile sürükleyebilir. belirsizlikler, koşturmacalar, yaşamak için gereken şartların sağlanması ve maslow'un meşhur piramidinin oluşması için yapılacakların teker teker gerçekleşmesi halinde, belki biraz insan ayaklarını yere daha sağlam basabilir hale gelir. ayaklarını yere sağla basmak nedir sorgulanabilir. sadece daha az düşünmek ve daha az belki de önemli görünen düşünme süreçlerinin önemsizliği anlaşılır bu sayed. zaten düşünceyi tanrısallaştırmış toplumun çok küçük bir azınlığı dışında düşünmenin gerçek hyata etkisi büyük oranda kocaman bir sıfırdır. aksine çok az şey düşünen ve bunların büyük çoğunluğu kişinin hayatta kalmasıyla alakalı olan şeyler o kişiyi yaşatır. az da olsa ttmin sağlar ve zaten düşünecek vakti kalmadan yarın gideceği işi düşünür. faturalarını, akşam ne yemek yiyeceğini gibi..
büyük şehir insanı ile küçük şehir insanının farklılaştığı bir konu da bahsettiğim konu ile yakından ilgili. büyük şehir hayatına adapte olmuş bireyler ve zaten çetin olan bu şartlarda güvenli bir şekilde hayatta kalması gereken kişiler bunun için altyapıyı sağlam tutmak zorunda olduklarını daha küçük yaşlarda anlarlar. küçük şehirlerde ve görece daha gelişmiş küçük şehirlerde insanlar yine çalıştıkları işi düşünürler, yiyecekleri yemek ve çocuklarının okul masraflarını dert ednirler anck işe gidecekleri yolun, kullanılacak vasayıtın, haftasonu gidilecek bir eğlence mekanının düşünülecek bir tarafı yoktur. bu daha çok büyük şehir insanının üstünde duracağı ve saati saatine hesaplayacağı bir olgudur. bu durum büyük şehir insanının hayatını özellikle çalışan kesimin hayatında düşünsel aktiviteyi çoğunlukla azaltmıştır. otomatik bir yaşam stili belirlemiş oldukları için bundan bir şekilde sapmanın ya da rotayı tersine çevirmenin saatlik sapmalara sebep olduğunu bilirler. ihtiyatlı davranmak öz düşünceyi onların kafasından mecburen siler atar. çünkü buna vakitleri yoktur. . her yere koşturmaya alışkın oldukları için.
özetle can sıkıntısı kişiden kişiye, bölgden bölgeye ve çağdan çağa değişmekte. asıl problem schophenhauer'in söylediği düşüncesizlik yüzünden sıkılmak mı yoksa düşünecek çok vakti bulup ardından düşüncede yalnızlaşıp
düşünmekten bile sıkılmaktan mı kaynaklanıyor? ya da asıl köklerle derinleşmiş sıkıntı bu mu?
kısaca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder