18 Eylül 2014 Perşembe

Bir Milisaniye

Bir adım, bir milisaniye.
 Göz açıp kapatmaya bile gerek yok. Daha yolu yarılamadan ölüm. Bardan çıkmıştık. Bir sokaktayım. Dar ve uzun. Mutlu olmak için yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Sokak lambalarının garip şekillerinden, sarının yirmi tonundan, kahverengiye kayan absürd afişlerden ve iyiden iyiye kararan izbe bir sokaktan bıkmıştık. Teklifsizlikten tiksinmiş midemize iyi gelen tek şey anne nane limonu olsa bile, o anne artık bir kara delikten süzülüp çok başka bir galakside herhangi bir velede orada adına krim dedikleri çayı demlemeye koyulmuştu bile.

"Kurumuş çamurun bir kokusu yok ancak çabuk ufalanıyor." diye söylendi yanımdaki. Onaylamak için kafamı belli belirsiz salladığımı farkettiğimde botlarımın bir kısmında kurumuş çamur lekerine bakıyordum. Sokak o kadar sessizdi ki adımlarımızı evinde oyun oynayan bir çocuk bile sayabilirdi. Muhtemelen... Kadim zamanlarda zalim bir kralın "artık size güneş yok!" diye halkına seslendiği bir dede masalı düştü hafızamın derinliklerinden. Heh işte devamını hatırlamadığım binlerce masaldan biri daha. Usulca dehlizlerinden tek bir sözle, bir şarkıyla, bir mimikle çıkarlar ve sonra da kaybolur ve karanlıkla bir olur karanlık olurlar. Kurumuş çamurun aksine kokuları vardır ve ufalanmazlar. Bazen tek bir koku bile hatırlatabilir bunu. Öyle ki kimi zaman garip bir bok kokusundan ilkokulda arkadaşımın o güzelim köyüne gidebilirim zihnimde. Bazen de hepsi büsbütün zorlaşır ve o derinlikten onları çıkarmak için çaba sarfederim. Olmayabilir. Neden bilemiyorum ruhumun bir yerinde iyice derine inmiş benim bile unuttuğum ne çok hikaye ve anı var.

Sakındık. Uzakta beliren, açlıla birlikte heybetini hepten yitirmiş vücuduna zıt sivrilmiş dişleriyle bize bakan bir köpek, bütün düşünceleri tyorgun aklımdan savarken sokak gitgide karanlığa teslim oluyordu. Köpek net. Durduk. Cebimizden zar zor çıkardığımız pakette kalan tek bir sigarayı paylaşmaya karar verdiğimizde "bu ne klişe!" bakışıyla birbirimize bakmıştık bile çoktan. Gece ve gökyüzündeki bulutlar... Geçenlerde okuduğum bir haber geldi hemen aklıma ancak anlatmaktan vazgeçtim. Hem uzundu hem de sigara bu habere yetmeyecek kadar az ve havalıydı. Evet sigara havalıydı. Çünkü sigara her zaman havalıdır. Hatta camel white vs.... zamanında başında kukuletayla resimlerini yaptıran büyük kralların dönemine yetişebilseydi eğer  hepsi hemen hemen bir tanesini  ellerine tutuşturur ve poz verirdi. Ve ressamlar dumanı çizmek için hangi lanet beyazın daha iyi olacağını düşünürken yanıbaşındaki afyona göz kırpardı.

Romanlarda yalnız olamayan karakterler, haberlerde yalnız kalamadıkları için öldürülen birtakım acaip insanlar, Ve Pek tabi yalnız olup da kariyerinde yükselenlerin pompalandığı popüler kültür. Çare olsun diye bireyselliğe atıfta bulunan bir kesim. Ve yine burada da yanyanayız. Dipdibe. Birlikte çok vakitler geçirdiğimiz dostlarımızla ne de çok yakınızdır. Aramızdaki mesafeler açıldıça biz onlarsız olamadığımız ilüzyonuna kapılırız. Kimse kimsesiz olmamalı belki de bilemiyorum. Henüz çözüme kavuşturamadığım ve belki de çok da umursamadığım bir konu. Reklam afişlerindeki yalnızlık ve kirlenmişik gibi. Kağıtlarının panoya sabitlenmesini sağlayan yapıştırıcı gibi belki biz de bir yere, bir kimseye sabitlenme güdüsündeyizdir. Boşveriyorum. Gözlerini bir noktaya sabitlemiş çehreye bakıyorum sonra da sabitlediği yere. Başımı çevirirken fark etmiş olacak ki hemen sonra başka bir noktaya dalıp gidiyor ve aslında baktığının siyaha boyanmış duvardaki beyaz bir leke olduğunu belli etmemeye çalışıyor. Tüm lekeler anlamsız. Büyüklü küçüklü... Bullutlar da siz onları kuşa, arabaya, eve benzetin diye çok dertleniyorlar. Yönetmenler bir anlam bulun diye bütün anlamsız sahneleri çekiyorlar ve hepimiz aynı saçma çıarımlara gidiyor sonra da bunları çok yeni bir buluş gibi, aynı şeyleri biten gecelerde birbirimize gururla anlatıyoruz. Hayatlarımız kopyala yapıştıra dönüyor ve her günü, geri dönüşüm kutusunda gerçekten silmek istiyor musunuz? Ciddi misiniz? Biraz daha düşünün. kutucuklarında noktalıyoruz. Ağdalı cümleler mi kuruyorum düşüncelerimde. Bağışlayın ben bile bu müphem söylemlerimden, yüzümdeki yargılayıcı, aşağılayıcı ifademden yeri geliyor sıkılıyorum.

-Ne düşünüyorsun?
-Her zamanki bokluklar.
-Komikse anlat. dediğimde yeniden yürüyoruz.
-Hepsi neredeyse her zaman komik zaten. Komik olmak zorundayız çünkü. Espri yapmak karşımızdakine padişahın dalkavuğu gibi davranmak zorundayız çünkü.

Sitem mi ediyor gerçekçi mi davranıyor kestiremiyorum ancak bu bile pek umrumda değil. Üstelemedim. Devam etmek için homurdandığını hissettim yine de.  Düşüncelerin zihninde topluca dans ettiğini, koşuşturduğunu ancak diline gelmediğini tahayyül etmem zor olmadı. Ne var ki vazgeçti.

Çıktığımız bardan hemen sonra saptığımız sokağın bitişinde cılız bir lamba yanıp yanmamakta kararsızdı. Ben ise hangi yöne gideceğimiz konusunda.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder