21 Ekim 2014 Salı

sevgili fazla yağlarından müzdarip hanımefendi/beyefendi,

şimdi şöyle oluyor o. çok yiyorsun yani açsın çünkü. neye açsın yemek yemeye mi? değil o.  anlam aramaya çalışıyorsun ama yapamıyorsun. sonra aramıyorsun. bu sefer de mekanik görünümden rahatsızlık duyuyorsun. her gün rutine bağlamış gündelik yaşam, şehir otomasyonu. fast food çıkıyor karşına "hımm bir tane hamburger yiyeyim iyi gelebilir" diyorsun. haklısın anında gitti hepsi. sonra daha çok yiyorsun. yani daha fazla doymak bilinciyle soyut bir kavramı somut şeylerle tıka basa doldurmaya çalışıyorsun. yedikçe yemek. sonra diyete gireyim diyorsun. açıyorsun bakıyorsun kalorisi az olan gıdalardan seçimler falan yapıyorsun. ama olmuyor. bu sefer de çıldırıyorsun. zaten açlıkla yoğrulmuş ruhun, zihnin bu sefer bu anksiyeteye uğruyor. sonra vazgeçiyor. ölene dek yemeye ve her şeyi kabullendiğin ve kilolarınla çok mutlu olduğun ilüzyonuna sarılıyorsun. televizyon, yemek ve kibirle muhteşem bir insan oluyorsun ve zayıf khanımların/beylerin yanında enstantane gibi kalıyorsun. bunu da hazmedeyince eve koşturarak yeniden yemek söylüyorsun. geldiği gibi yiyor amerikan dizilerinden kurgusunu zekice bulduğun bir diziyi açıyorsun. karşısında yiyor, yedikçe izliyor doyamıyorsun. doyamıyorsun asla doyamıyorsun.

zayıflamak için diyet hapları, reçeteleri yerine düşünmek ve okumak gerektiği ve bunların aç ruhunu doyurduğunda senin zaten fazladan yemek yemek istemeyeceğinin bilincini, hiçbir televizyon kanalında göremiyorsun. ekranlara senin paraların ile çıkarılan post-modern şifacı doktorların anlamadığın karışımlarından medet umuyorsun.

kısacası kaçışın en absürd halisin. ve tabi ki ortamın en komiği sensin.

yani şunu da belirtmeliyim bütün zayıflar düşünce gücüne sahipmiş ya da tersi de doğtuymuş gibi düşünülmesin. genelleme en nihayetinde. :)

18 Eylül 2014 Perşembe

Bir Milisaniye

Bir adım, bir milisaniye.
 Göz açıp kapatmaya bile gerek yok. Daha yolu yarılamadan ölüm. Bardan çıkmıştık. Bir sokaktayım. Dar ve uzun. Mutlu olmak için yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Sokak lambalarının garip şekillerinden, sarının yirmi tonundan, kahverengiye kayan absürd afişlerden ve iyiden iyiye kararan izbe bir sokaktan bıkmıştık. Teklifsizlikten tiksinmiş midemize iyi gelen tek şey anne nane limonu olsa bile, o anne artık bir kara delikten süzülüp çok başka bir galakside herhangi bir velede orada adına krim dedikleri çayı demlemeye koyulmuştu bile.

"Kurumuş çamurun bir kokusu yok ancak çabuk ufalanıyor." diye söylendi yanımdaki. Onaylamak için kafamı belli belirsiz salladığımı farkettiğimde botlarımın bir kısmında kurumuş çamur lekerine bakıyordum. Sokak o kadar sessizdi ki adımlarımızı evinde oyun oynayan bir çocuk bile sayabilirdi. Muhtemelen... Kadim zamanlarda zalim bir kralın "artık size güneş yok!" diye halkına seslendiği bir dede masalı düştü hafızamın derinliklerinden. Heh işte devamını hatırlamadığım binlerce masaldan biri daha. Usulca dehlizlerinden tek bir sözle, bir şarkıyla, bir mimikle çıkarlar ve sonra da kaybolur ve karanlıkla bir olur karanlık olurlar. Kurumuş çamurun aksine kokuları vardır ve ufalanmazlar. Bazen tek bir koku bile hatırlatabilir bunu. Öyle ki kimi zaman garip bir bok kokusundan ilkokulda arkadaşımın o güzelim köyüne gidebilirim zihnimde. Bazen de hepsi büsbütün zorlaşır ve o derinlikten onları çıkarmak için çaba sarfederim. Olmayabilir. Neden bilemiyorum ruhumun bir yerinde iyice derine inmiş benim bile unuttuğum ne çok hikaye ve anı var.

Sakındık. Uzakta beliren, açlıla birlikte heybetini hepten yitirmiş vücuduna zıt sivrilmiş dişleriyle bize bakan bir köpek, bütün düşünceleri tyorgun aklımdan savarken sokak gitgide karanlığa teslim oluyordu. Köpek net. Durduk. Cebimizden zar zor çıkardığımız pakette kalan tek bir sigarayı paylaşmaya karar verdiğimizde "bu ne klişe!" bakışıyla birbirimize bakmıştık bile çoktan. Gece ve gökyüzündeki bulutlar... Geçenlerde okuduğum bir haber geldi hemen aklıma ancak anlatmaktan vazgeçtim. Hem uzundu hem de sigara bu habere yetmeyecek kadar az ve havalıydı. Evet sigara havalıydı. Çünkü sigara her zaman havalıdır. Hatta camel white vs.... zamanında başında kukuletayla resimlerini yaptıran büyük kralların dönemine yetişebilseydi eğer  hepsi hemen hemen bir tanesini  ellerine tutuşturur ve poz verirdi. Ve ressamlar dumanı çizmek için hangi lanet beyazın daha iyi olacağını düşünürken yanıbaşındaki afyona göz kırpardı.

Romanlarda yalnız olamayan karakterler, haberlerde yalnız kalamadıkları için öldürülen birtakım acaip insanlar, Ve Pek tabi yalnız olup da kariyerinde yükselenlerin pompalandığı popüler kültür. Çare olsun diye bireyselliğe atıfta bulunan bir kesim. Ve yine burada da yanyanayız. Dipdibe. Birlikte çok vakitler geçirdiğimiz dostlarımızla ne de çok yakınızdır. Aramızdaki mesafeler açıldıça biz onlarsız olamadığımız ilüzyonuna kapılırız. Kimse kimsesiz olmamalı belki de bilemiyorum. Henüz çözüme kavuşturamadığım ve belki de çok da umursamadığım bir konu. Reklam afişlerindeki yalnızlık ve kirlenmişik gibi. Kağıtlarının panoya sabitlenmesini sağlayan yapıştırıcı gibi belki biz de bir yere, bir kimseye sabitlenme güdüsündeyizdir. Boşveriyorum. Gözlerini bir noktaya sabitlemiş çehreye bakıyorum sonra da sabitlediği yere. Başımı çevirirken fark etmiş olacak ki hemen sonra başka bir noktaya dalıp gidiyor ve aslında baktığının siyaha boyanmış duvardaki beyaz bir leke olduğunu belli etmemeye çalışıyor. Tüm lekeler anlamsız. Büyüklü küçüklü... Bullutlar da siz onları kuşa, arabaya, eve benzetin diye çok dertleniyorlar. Yönetmenler bir anlam bulun diye bütün anlamsız sahneleri çekiyorlar ve hepimiz aynı saçma çıarımlara gidiyor sonra da bunları çok yeni bir buluş gibi, aynı şeyleri biten gecelerde birbirimize gururla anlatıyoruz. Hayatlarımız kopyala yapıştıra dönüyor ve her günü, geri dönüşüm kutusunda gerçekten silmek istiyor musunuz? Ciddi misiniz? Biraz daha düşünün. kutucuklarında noktalıyoruz. Ağdalı cümleler mi kuruyorum düşüncelerimde. Bağışlayın ben bile bu müphem söylemlerimden, yüzümdeki yargılayıcı, aşağılayıcı ifademden yeri geliyor sıkılıyorum.

-Ne düşünüyorsun?
-Her zamanki bokluklar.
-Komikse anlat. dediğimde yeniden yürüyoruz.
-Hepsi neredeyse her zaman komik zaten. Komik olmak zorundayız çünkü. Espri yapmak karşımızdakine padişahın dalkavuğu gibi davranmak zorundayız çünkü.

Sitem mi ediyor gerçekçi mi davranıyor kestiremiyorum ancak bu bile pek umrumda değil. Üstelemedim. Devam etmek için homurdandığını hissettim yine de.  Düşüncelerin zihninde topluca dans ettiğini, koşuşturduğunu ancak diline gelmediğini tahayyül etmem zor olmadı. Ne var ki vazgeçti.

Çıktığımız bardan hemen sonra saptığımız sokağın bitişinde cılız bir lamba yanıp yanmamakta kararsızdı. Ben ise hangi yöne gideceğimiz konusunda.

***

9 Nisan 2014 Çarşamba

canlı hissedersin. saniyenin onda biridir bu. saniyenin onda birinde yerinden kalkmanın bile bir anlamı vardır. çayın suyunu koyarsın ve kaynama noktasında var olursun. bu dilim. bu dilimlerin hepsi zamanın kibridir. kirli bir kibirdir bu canlılık. ilk canlı hissettiğin zamanı hatırla. çocuk! vardık. birdik. hamdık piştik kandık ve olduk. sürüler! beynimizdeki sürülerin koşuşturmaları. konuyu açmak. konuyu açmak açılım. clinic fingertips. bir şeylerden kaçarsın. ilk koştuğun günü hatırlıyor musun? ben hatırlamıyorum. gündüz vassaf insanların yüzmeden önce yürümeyi öğrenmesi evrimsel bir kaza sayılır demişti. insanların canlı hissetmeden yaşaması yaşamsal bir açmaz sayılır. ilk kez canlı hissettiğimde bu canlılıktan korkmuyordun. korku! başını alıp bir parça temiz suya koyduğunda nefessizliğin getirdiği bunalımdan değil, biyolojik bir çıkmaz olduğu için öleceğini bilmek. çünkü hissetmemek. bak! artık bunları istemiyorum. kendimden bahsettiğimde ne biri tarafından umursanmadığım ne hayalkırıklığı yaşadığım için açmaktan kokuyorum. bunların hepsini herkes yaşamıştır. ben artık kendimden bahsetmemek ikiyüzlülüğünde bir american beauty poşeti gibi salınmak ve sonunda daha da cansızlaşıp bir anlam kalmayıncaya dek çürümek istiyorum. bu! bundan daha fazla mutsuz olmayacağımı gördüm çünkü. ölüme en yakın, mutsuzlupa en yakın hal canlı hissettiğin hal. gecenin en koyu anının sabaha en yakın an olması gibi. 


ama bunların hepsi en nihayetinde kimsenin başaramadığı uzak bir ülkenin sözleri. bir doz için kendi evinde ne var ne yok satmaya benziyor bu. ve insanlar... insanlar junky 
lerden nefret eder.
köşeye dizilmiş bekleyen birkaç kutunun arasındaki tablonun garip iç sıkıntısına sahip olduğunu bilmekten öteye gidemiyordu. bir anda bütün dünyada olup biten her şeyi aynı anda düşünebilmeye çalıştı. tüm iç sıkıntılarını. bir kadının çamaşır makinesinin sesini dinleyişi anındaki yüzünün askın halini, bir adamın işten dönerken kaldırıma yansıyan mutsuzluğunu, bir çocuğun kaybettiği bozuk paralarından oluşan kayıp halini, bir genci. 

dağa tırmandı. şehre bakındı. insanların yüksekten şehre bakarlarken ne düşündüklerini her zaman merak ederdi genç adam. ne düşünüyorlardı? böylesi bir beton yığınına tepeden bakmanın oraya çay bahçeleri kurmanın anlamı ne olabilirdi? ve izlemenin. birikmişliğin, kaybolmuşluğun, hapsolmuşluğun neresinin seyre dalınacak bir tarafı vardı? ama vardı. 

sonra beklediği kişi belirdi yanında. uzun saçlarını yandan toplamış ve çocuksu bir muziplikle sessizce yanında bitivermişti. sonra kulağına eğilerek fısıldadı olanca sakinliğiyle. 

-günebakan dedikleri bir bitkiydi.
şehrebakan insan. 

30 Ağustos 2013 Cuma

biraz daha anlamsızlık üzerine konuşsaydı masayı üzerine devirip gidecektim. hayatın anlamsızlığı, dinlerin saçma oluşu, tanrının varlığının veya yokluğunun üzerine yarım düşünceler. biraz daha devam etseydi konuşmasına masaya kafamı geçirecektim. hayat anlamsız, dinler saçma, tanrı var ya da yok. masa güzel ama. çizikleri var. zamanla buraya gelmiş ve birasını içmiş olan çeşitli insanların kim bilir neler düşünerek vakit öldürdükleri masa.. ve biraz daha konuşsa demişlerdir.

devam etti.


biraz daha sigara içtim.



artık duramıyorum. salt suskunluk. kayıtsızlık. içimde biraz olsun bir kayıt hali olduğunda bunu yoketmeye çalışmamı neye sığdırabiliriz? onu öylesine ötekileştiriyorum ki bir gün sonra benden uzak oluncaya dek onu öldürmeye çalışıyorum.

-korkuyorsun! dedi bahsettiği konunun bir yerinde sonra devam etti.


 ve ben;

ben sıkıldım tüm bunlardan.

biraz daha devam etseydi ben kalkıp gicedektim. bıkkınlığımı farkeden herkes gibi başka yerlere kafasını çevirmişti. neyse ki etmedi. fakat ben zihnimde yürüyordum.  bir adım daha attığımda küçülmüştüm. her adımda daha fazla küçülüyordum. zevkten çıldırıyor, çığlıklar atıyordum. gülümsedim.

-ne düşünüyorsun?

*hadi buradan çıkıp dolaşalım. çimlerde olmak istiyorum...




14 Mayıs 2013 Salı

saturnus...........

"i'm standing here
watching the clouds float by
wondering why the pain never deserted me
the sadness, sorrow, bewilderness that never left

i'm flying... away
i'm flying... away

holding hands with myself
sharing life with myself
reaping the loneliness i've sown
in these fields i've always grown
digging blackness from my mind
i will die all alone"

30 Nisan 2013 Salı

Pimeä..: Yanılgıya açlık, yenilgiye tokluk!

Pimeä..: Yanılgıya açlık, yenilgiye tokluk!: Ankara'dayken bir hamburgerin gecenin 3'ünde bana açlığımı hatırlattığını anımsıyorum. Oysa üç, dört saat öncesinde tıka basa yemiş,...